16 Mayıs 2020 Cumartesi

Maymun

Din ile bilim çelişirse, bilime mi uyarsın, dine mi?

Bu soruya cevabın ikisi arasında bir seçim ise yanılıyorsun. Akıllı kimse, ona sunulan seçeneklerin dışına çıkabilen kimsedir.
Din, deney ve gözlem yoluyla elde ettiğimiz bilgileri anlamlandıran bir yoldur. Bu bakımdan birbirinin çelişmesi diye bir durum olamaz. Dolayısıyla sorulan soruda hata vardır. Peki sen dinini veya bilimi kendi deney ve gözlemlerinle mi edindin? Yoksa başkalarına tabi olarak mı? Eğer tabi olduğun otoriten bilim ile seni manipüle ediyorsa, anlamlandırman, yani dinin de manipülasyona uğrayacaktır. Aynı şekilde din ile manipüle ediliyorsan, bilim algın da manipülasyona uğrayacaktır.


Maymunlar üzerinde yapılan bu deneyde, bir tablo üzerinde anlık olarak sayılar gösterilip, yerlerini ne derece hafızalarında tutabildikleri gözlemlenmiş. 

Bizi maymunlardan ayırt eden şey ezber kabiliyetimiz değil. Bilgileri sorgulama ve işleme yeteneği. Yani akıl kullanma. Hiç düşündün mü? Veri depolamanın bu kadar yaygın ve kolay olduğu bir dönemde neden okullarda bilgiyi doğru biçimde kullanma değil de onları depolamamız istenmekte? Üstelik o bilgilerin doğruluğunu sorgulamadan, mutlak doğrular kabul edilerek. Birilerinin seni maymuna çevirdiğini hiç düşünmedin mi? Yoksa düşünmeye mi korkuyorsun? Neticede aklını kullanırsan yaptığın yanlışların yükünü atabileceğin bir topluluk kalmayacak.

Milgram deneyi öğrenci, öğretmen ve bilim adamından oluşur. Bilim adamı ve öğrenci deneyden haberdardır. Öğretmen rolü için bir denek seçilir ve öğrenciye kağıtta yazan soruları sorması, bilemediğinde öğrenciye artan dozda elektrik verilmesi söylenir. Öğrenci rolündeki kişi soruları yanlış cevapladıktan bir süre sonra deneyin bir parçası olmak istemediğini söylemesine rağmen, deneklerin 3te 2si bilimadamı(otorite)ndan  aldıkları onayla, öğrenciyi öldürür.


Aklını kullanmanın büyük bir bedeli var. Tümüyle biriktirdiklerini bir anda anlamsızlaştırmanın veya sürüden dışlanarak yalnızlığa itilmenin bedeli. 
Fakat aklını kullanmanın bedeli olduğu gibi kullanmamanın daha büyük bir bedeli var. Bu da aklının yönlendirilmesine izin verdiğinde, yani bir otorite altına veya sürüye girdiğinde sorumluluğun senden çıkmadığı gerçeği. 

“Hakikaten hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez.” 53/38

“Ve o kâfir olanlar, imân edenlere dedi ki: «Bizim yolumuza tâbi olun ve biz sizin hatalarınızı yüklenelim.» Halbuki onlar, bunların hatalarından bir şey yüklenici değildirler. Şüphe yok ki, onlar elbette yalancılardır.” 29/12

Bu bakımdan insanların asıl sınandığı şey kan dökmesi değil. Kan dökebilecek aptallıkta olup olmamasıdır. Unutma ki insan, sınanmadığın günahın masumu değilsin. 

Doğru dine ulaşabilmek için temelini doğru atman gerekir. Ayrıca ateizmin de bir din olduğunu unutma. Bir şeye inanmakla inanmamanın temelinde yine inanç yatar. 

İlk ve temel konu yaratıcının varlığıdır. Çünkü hayata nasıl bir anlam katacağın nasıl bir ilaha inandığına bağlıdır. Doğal olarak doğrunun ve yanlışın, iyinin ve kötünün de anlamını yitireceği gibi mutlak bir ahlaktan da söz edilemez olacaktır. Çünkü neyin doğru neyin yanlış olduğunu belirleme yetkisi Rabbindir. Sen ahlakını nefsinden alıyorsan rab olarak nefsini kabul etmiş olursun. 

Rab genel itibariyle 'öğreten, eğiten, terbiye eden' manasını taşımaktadır.

“Ve o zaman ki, Rabbin ademoğullarından, onların sırtlarından zürriyetlerini aldı. Ve onları kendi nefisleri üzerine şahit tuttu. «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» dedi, «Evet. Şahidiz» dediler. Kıyamet günü, «Biz bundan muhakkak kigâfiller idik,» demeyesiniz içindir.” 7/172

Hiçbir varlık yaratılmayı kendi bilinciyle yaratmıyorsa, kendisinin dışında bir yaratıcının olduğuna götürür bizi. Bunu daha iyi kavraman için şöyle söyleyeyim: Sen bu yazıları okurken, gözünün görmesini, kulağının işitmesini, nefes alış verişini ve diğer tüm fonksiyonlarını sen kontrol etmiyorsun. Sen sadece isteyen tarafsın. 

“Onları siz öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü; attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı. Mü'minleri kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için. Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir.” 8/17

“Hiçbir şahıs için Allah Teâlâ'nın izni olmaksızın imân etmek kabil değildir. Ve murdarlığı âkilâne düşünmez kimselerin üzerine kılar.” 10/100

“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” 81/29

Bu yaratıcı bir mi birden fazla mı diye düşünürsek;
Evrende düzen olduğuna göre yaratıcının da tek bir ilah olduğuna götürüyor bizi. 

“Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah'ın dışında ilahlar olsaydı, elbette, ikisi de bozulup gitmişti. Arşın Rabbi olan Allah onların nitelendiregeldikleri şeylerden yücedir. “21/22

Peki diğer sıfatları nasıl bileceğiz? 
Bunları yine hayattan öğreneceğiz. Eserinden bağımsız bir yaratıcı ve yaratıcısından bağımsız bir eser olamaz. Yani Allah’ın eseri olan bu evrendeki sıfatları o verdiğine göre ister evrene bakarak, ister yine onun diğer bir eseri olan insana veyahut bir sivrisineğe bakarak bile ona ulaşmak mümkündür. Peki Allah’ın hangi dini gönderdiğini veya din gönderip göndermediğini nasıl bileceğiz?
Bu sorunun cevabı için yine kendine bak. Bir iş yaparken neden ve sonuca bağlısın. O halde nedeni ve sonucu yaratan Allah dünyayı ve evreni yarattıysa bir nedeni olmalı. Ve bize anlamlandırma yeteneği, irade ve akıl verdiyse yine bir neden olmalı. 

Akıl bize neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bulma konusunda kullanabileceğimiz tek kaynak. Ama herkesin aklı bir değil. Çünkü gelen bilgiye verdiğimiz anlam aynı zamanda çıkarmak istediğimiz yönde olabiliyor. Bununla ilgili Kuranda “yalnız temiz akıl sahipleri düşünüp, öğüt alırlar.”der. Akıl temizliği ise nefsin, heva ve hevesin istekleriyle değil, Allahın rızasını arayan bir kalp ile olur. 

Bu bakımdan yanlış bir temelin olursa, üzerine koyacağın bilgiler de yanlışa götürecektir. Nasıl ki gömleğin ilk düğmesini doğru iliklemeden başlandığında doğruya varılmıyorsa, yanlış bir temelle de doğruya ulaşamazsın. O temel Allah’tır. Allah, kendisinde birçok sıfatları barındıran bir ilah ismidir. 

Peki her şeye Allah’ın müdahalesi varsa, neden müslümanlardan çalışılması ve savaşılması emrediliyor?
Bunun nedeni sabreden ve sabretmeyenleri ortaya çıkarmak. 

“Onlarla çarpışınız. Allah, onları sizin ellerinizle azablandırsın, hor ve aşağılık kılsın ve onlara karşı size zafer versin, mü'minler topluluğunun göğsünü şifaya kavuştursun.” 9/14

Her şeyi yaratan Allah kötülüğü neden yaratıyor diye düşünebilirsin. Kötülüğün olmasının nedeni özgür iradenin verilmesinden dolayı. Yani bir insan hür iradesiyle kötülüğü talep ettiğinde, Allah da bu kötülüğü yaratır. Bu da Mucib isminin tecellisidir. Ayrıca Rahman ve Rahim olan bir ilah yerine acımasız ve gaddar bir ilah olsaydı bunca nimete kavuşmuş olamazdık. Hatta ona düşman olanları bile rızıklandıran bir ilahta kötülük aramak nankörlük ve cahillik olur. 

Peki dünyada kötülük varsa adaletten söz edebilir miyiz?
Cevap: Evet
Çünkü adalet suç işleyeni cezalandırmaktır. 

Peki günah işlememiş bebekler, çocukların ve resullerin başlarına neden musibetler geliyor? Onlar neden cezalandırılıyor?

Bunun cevabı Allah’ın hem geçmişi hem şu anı hem de geleceği bilmesinden dolayı. Yani daha doğmamış bir insanın neleri seçeceğini, hangi günahları işleyeceğini bilmesinden ve o günahların bedelini işlemeden önce vermesinden dolayı. 

“Size isabet eden her musibet, ellerinizin işlediği dolayısıyladır. Çoğunu da affeder.” 42/30

Ve resuller de günahsız kimseler değildi. Bu konuda onların günah işlemediğini söyleyenler de cahildir. Hepimizin bildiği Adem a.s ya da Allah’tan izinsiz tebliğ görevini bırakıp, kavmini terk eden Yunus a.s

139 Şüphesiz Yunus da gönderilmişlerdendi.
140 Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı.
141 Böylece kur'aya katılmıştı da, kaybedenlerden olmuştu.
142 O kendi kendini kınarken, balık onu yuttu.
143 Eğer tesbih edenlerden olmasaydı
144 Diriliş Gününe kadar onun karnında kalacaktı.

Bununla ilgili kehf suresindeki şu kıssa bize Allah’ın Adl isminin nasıl tecelli ettiğini anlatır:

65. Derken kullarımızdan bir kul buldular ki biz ona nezdimizden bir rahmet vermiş ve ledünnimizden bir ılim öğretmiştik
66. Musa ona: «Sana, doğru yol olarak öğretilen ilimden bana da öğretmen için sana tâbi' olayım mı?» dedi.
67. Dedi ki: Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin.
68. "Havsalanın almadığı bir şeye nasıl dayanacaksın?"
69. Dedi ki: «İnşaallah beni elbette sabreder bulacaksın ve sana hiçbir emirde âsi olmam.»
70. Dedi ki: «Eğer bana tabî olacak isen artık bana hiçbir şeyden sual etme, ondan sana ben haber verinceye değin.»
71. Bunun üzerine gidiverdiler. Vaktâ ki bir gemiye bindiler, o, gemiyi yaraladı. Dedi ki: «Onu yaraladın mı ki, ahalisini garkediveresin? Doğrusu pek münker bir şey yaptın.»
72 Dedi ki: «Ben demedim mi ki, şüphe yok sen benimle beraber sabra takat getiremezsin?»
73. Dedi ki: «Unuttuğum şey ile beni muahaze etme. Bana bu işimden dolayı bir güçlük teklif eyleme.»
74.Yine gittiler, nihâyet bir oğlan çocuğuna rastgeldikleri an hemen onu öldürüverdi. Dedi ki: «Bir tertemiz nefsi, bir nefs mukabilinde olmaksızın öldürdün mü? Muhakkak ki, pek kötü bir şey yapmış oldun.»
75. Dedi ki: «Ben sana demedim mi ki, şüphe yok sen benimle beraber sabra takat getiremezsin.»
76. Dedi ki: «Bundan sonra sana bir şeyden sual edersem artık bana musahip olma. Muhakkak ki, benim tarafımdan özre erişmiş oldun.»
77. Sonra yine gittiler, bir belde ahalisine varınca onun ahalisinden taam istediler. Onlar ise bunları misafir kabul etmekten kaçındılar. Derken orada bir duvar buldular ki, yıkılmak istemekte idi. Hemen doğrultuverdi. Dedi ki: «Eğer dileseydin bunun üzerine elbette bir ücret alıverirdin.»
78. Dedi ki: «İşte bu, benimle senin aramızın ayrılışıdır. Üzerine sabra muktedir olamadığın şeylerin izahını sana haber vereceğim.»
79. Şöyle ki: «Gemi, denizde çalışan birtakım zayıflara ait idi. Artık ben onu kusurlu yapmak istedim ve onların ötesinde bir hükümdar vardır ki, her gemiyi zulmen alıvermektedir.»
80. «Oğlana gelince onun anası ile babası iki mü’min kimselerdir. İmdi onları bir azgınlığa, bir küfre bürümesinden korktuk.»
81. «Artık biz istedik ki, Rableri onlara ondan temizlikçe daha hayırlısını ve merhametçe daha yakınını bedel olarak versin.»
82. «Duvara gelince, şehirde iki yetim oğlanındı. Altında ise onlara ait bir hazine var idi. Babaları da sâlih bir kimse idi. Artık Rabbin diledi ki onlar sinn-i rüşte ersinler de hazinelerini çıkarıversinler. Rabbinden bir rahmet olarak. Ve onu kendi reyimle yapmış olmadım. İşte bu, üzerine sabra takat getiremediğin şeyin izahıdır.


Peki Allah bazı kullarının günahlarının bedeli olarak onları cezalandırıyorsa, neden hep inançlıların başlarına musibetler geliyor da ona inanmayanlar bu dünyada refah içinde yaşayabiliyor?
Çünkü musibetler günahların kefaretidir. Günah işleyip, temizlenmek isteyenlerin başlarına o musibetler gelir. Başlarına musibet gelmeyen inançsızların cezası ahirete ertelenmekte. 

“Küfredenler asla sanmasınlar ki, onlara mühlet verişimiz onların nefisleri için bir hayırdır. Biz onlara mühlet veriyoruz ki günahlarını arttırsınlar. Ve onlar için zillet verici bir azap vardır.” 2/178

Buradan şunu da anla ki nasıl bir suç işleyen kimse kamu davasına düşmüş davada hakimin karşısına çıktığında ben pişman oldum, beni affedin demesiyle cezasından kurtulmuyorsa, işlenen her günah için de kefaret ödenmesi gerekir. Bu kefaretlerin bedeli kısastır.

“Biz onda, onların üzerine yazdık: Can'a can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara kısas vardır. Ama kim bunu sadaka olarak bağışlarsa o kendisi için bir keffarettir. Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, zalim olanlardır.” 5/45

Kısaca kainatta Allah’ın sıfatlarının tümü tecelli eder ve etmek zorundadır. Bunun bir veya bir kaçının tecelli etmediğini veya yanlış bir şekilde tecelli ettiğini düşünmek şirktir, ki şirkin en büyük günah olma sebebi yapılan amellerin niyetini bozmasıdır. Aslında burda da sana bir sorunun cevabını vermiş oldum. İyi bir ateist neden cehenneme gidiyor? Çünkü ameller niyete göredir. Yapılan iyiliğin karşılığında ne isteniyorsa o kişiye o verilir. Allah ise yalnız rızası gözetilerek yapılan ameli kabul eder. 
Peki bir kaç yıl işlenen günahlar için neden ebedi cehennem?
Çünkü o kimse ebedi olarak yaşasa bile yine aynı kötülükleri işlemeye devam edecek. Yani bu dünya aslında iyinin ve kötünün ayrılması için 

“Hayır, önceden saklı tuttukları kendilerine açıklandı. Şayet geri çevrilseler bile, kendisinden sakındırıldıkları şeylere şüphesiz yine döneceklerdir. Çünkü onlar, gerçekten yalancıdırlar.” 6/28

Sana burada anlattıklarım aslında hayatın içindeki sıfatlarla Allah’ı nasıl bulabileceğindi. Kuranı okurken de bu sıfatlar dahilinde okuyup yorumlaman gerekir. 
Peki bize bir haber, bir bilgi verildiğinde bunun doğruluğunu nasıl anlayacağız?
Öncelikle bilginin kaynağının nereden geldiğine bakarak. Bu kaynak ne derece güvenilir? 

“Ey imân etmiş olanlar! Eğer size bir fâsık bir haber ile gelirse hemen onu tahkik ediniz. Belki, bilmeksizin bir kavme saldırırsınız da sonra yaptığınızın üzerine peşimânlar olmuş olursunuz.” 49/6

Peki bu haber ve bilginin doğruluğunu teyit etme olanağımız yoksa?
O halde verilen bilgiye şahit olmuş, sözüne güvenilir 4 şahit gerekir

“Irz ehli kadınlara atan, sonra dört şâhid getirmiyen kimselere de seksen değnek vurun ve ebedâ bunların şehâdetini kabul etmeyin, bunlar öyle fâsıklerdir” 24/4

Nisa suresinin 4.ayetine dikkat ettiğimizde namuslu bir kadına iftira atan kimse eğer 4 şahit getiremezse, cezalandırılan kişi kendisi oluyor. Şimdi yukarıdaki temel üzerine düşünmeye devam edelim. Allah Adl ismi tecellisiyle kimseyi haksız yere cezalandırmıyorsa, onun koyduğu bu kural asla sapmayacaktır. Yani bir konuda en az 4 şahidiniz yoksa bu kesinlikle yalandır. 
Hayatın her alanında sana verdiğim bu temel üzerinden düşündüğünde, doğruyu yanlıştan her daim ayırt edebileceksin. 

Gündemden bir örnekle bunu deneyelim. Bize şu an ortada dolaşan bir virüs olduğu ve bundan dolayı insanların öldüğü söyleniyor. Önce hangi kaynaktan geldiğine bakıyoruz; Büyük medya 
Peki bu medya sözüne güvenilir mi? Bana kalırsa hayır. Ama siz güvenmeye devam ediyorsanız devam edelim. Bu virüsün araştırmasını yapıp, gripten farklı olduğuna şahit olan 4 güvenilir viroloğumuz var mı?



“Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile. Onlara bir iyilik dokunsa: 'Bu, Allah'tandır' derler; onlara bir kötülük dokunsa: 'Bu sendendir' derler. De ki: 'Tümü Allah'tandır.' Fakat, ne oluyor ki bu topluluğa, hiç bir sözü anlamaya çalışmıyorlar?” 4/78

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder